24 Ağustos 2012
Sayı: SİKB 2012/01 (34)

 Kızıl Bayrak'tan
Kürt halkına yönelik kirli savaş tırmandırılıyor
Savaş tanrılarının barışını istemiyoruz!
BDSP’den Antep açıklaması
Sendikal ihaneti parçalama görevi
Devlet terörüne geçit vermeyelim!
Blokaj eylemine özel güvenlik terörü
Kiğılı direnişçisi Didem Sorhun ile konuştuk
Micha, Türk Metal ihanetiyle son buldu
Metal İşçileri Birliği’nden açıklama
Deri-İş Sendikası ve DDSB’nin Trexta örgütlenmesindeki
Ali Bayram ile Trexta ve yaşanan süreç üzerine
Barış sorunu - V. I. Lenin
1 Eylül Dünya Barış Günü!
Grev katliamının arkasında sömürü cehennemi var!
Güney Afrika polisi katletti!
“Barometre fırtınayı gösteriyor!”
İşçiler hakları için eylemde!
Havayolu çalışanlarının grev sınavı
İşçilerden dinliyoruz: 16 ton
4+4+4 gerici eğitim sistemi
Hacıbektaş şenliklerinin gösterdikleri
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Barometre fırtınayı gösteriyor!”

Suriye’deki gelişmeler, gelinen yer itibariyle 42 yıllık Esad rejiminin kaderini aşan bir karakter kazanmıştır. Artık orada en berrak haliyle emperyalist nüfuz mücadeleleri ön plandadır. Emperyalist hegemonya kavgasının yoğunlaştığı bir alan da diyebiliriz.

1.5 yıl önce Dera kentinde patlak veren isyan, kısa sayılabilecek bir zaman diliminde ülkenin değişik kentlerine doğru yaygınlık gösterdi. Kamuoyunda direnişin nedenlerine ilişkin yapılan komplo teorilerinin aksine, direnişin son derece anlaşılır nedenleri vardı. Bunun için direnişin patlak verdiği ilk döneme ilişkin olarak işçi ve emekçilerin öne sürdüğü taleplere dahi bakmak yeterli. Birinci ve en temel neden “demir ökçe” altında yönetilen işçi ve emekçilerin derin boyutlarda yaşadığı yoksullaşmadır. Gün geçtikçe artan işsizlik, açlık ve yoksulluk direnişin ana nedenidir. Nitekim Dera son derece yoksul bir emekçi semtidir ve direnişin burada patlak vermesi hiç de tesadüf değildir.

İkinci temel neden ise Tunus’ta başlayıp Mısır, Libya, Bahreyn, Ürdün gibi ülkelere hızla yayılan kitlesel ve militan halk isyanlarıdır. Geniş bir coğrafi alanı saran halk isyanının Suriye’yi girdabına almaması düşünülemezdi. Zira 22 parçaya bölünmüş Arap coğrafyasını oluşturan tüm bileşenlerin, tüm halkların birbiri ile köklü tarihsel, kültürel ve sosyal bağı var. Bu bağ dolaysız bir etkileşimi sağlamıştır. Lenin “Komünizmin Çocukluk Hastalığı ve Sol Komünizm” adlı eserinde “Proleter yığınların uyandırılmasını, alevlendirilmesini ve savaşa itilmesini hangi nedenin sağlayacağını bilemeyiz” diyor. Bir “parlamenter bunalım”, “buzu kırabilir” diyor. Emperyalizmin çelişkilerinin içinden çıkılmaz karmaşıklığından, her gün artan çelişkilerin şiddetlenmesinden, son evreye varışından bir bunalım doğabilir; belki de başka bir şey olabilir… “Bunu kimse önceden bilemez” diyor Lenin. Mesela Fransız burjuva cumhuriyetinde “Dreyfus Davası” gibi “umulmadık ve önemsiz bir bahane yetmişti” diyor Lenin.

Suriye’deki isyanın başlangıç nedenleri üzerine Lübnan El- Mustaqbal gazetesi yazarı Hayrullah Hayrullah, 2 Temmuz 2012 tarihli köşe yazısında şöyle bir değerlendirmede bulunuyor:

“Suriye’de kişi başına düşen milli gelir Hafız Esad’ın 1970’te iktidara gelmesinden itibaren sürekli geriledi. Suriye’de kişi başına düşen milli gelir Lübnan ve Ürdün’ün altında yer aldı. Oysa Lübnan bütün kriterlerde fakir bir ülke. Ürdün de adı insan olan serveti dışında doğal kaynak fakiri olmasından ötürü en fakir dünya ülkeleri arasında yer alıyor.”

İşte Suriye’deki isyanın kökleri... Servet ile sefalet arasındaki çelişkilerin alabildiğine derinleşmesi…

“Suriye Baharı”nın ilk üç ayı bu içerikle sürdü. Tabandan gelen ve Esad rejimine başkaldıran bir içerikle kendiliğinde de olsa emekçi halkın sosyal hak mücadelesi muhtevasını koruyarak. Ancak üç ayın sonunda direniş emperyalist merkezler ve bölgedeki işbirlikçilerinin çıkarları doğrultusunda yönlendirildi. Tunus ve Mısır’daki toplumsal kalkışmalardan ders çıkaran emperyalistler Suriye’deki gelişmelere müdahale etmekte gecikmediler. Öncelikle dağınık pozisyonda olan “muhalifler”i örgütlü bir çatı altında topladı. Onları besledi, eğitti, silahlandırdı ve güçlendirdi. Bu güçlerin toparlanması noktasında Türkiye sermaye sınıfı hevesle işe girişti. Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) isimli çete Hatay’da kuruldu ve kadroların eğitimi burada gerçekleştirildi. Suriye Ulusal Konseyi (SUK) ise İstanbul’da kuruldu. SUK üyesi Fawaz Tello ile bir basın kuruluşunun yaptığı röportajda şu söylemleri dikkat çekiyordu: “İlk başta Suriye’de bir asker liderden bahsedemiyorduk. Neredeyse yüzlerce lider söz konusuydu. Her lider ve grup kendi bölgelerini kontrol ediyordu. Hatta bazen bir bölge içerisinde birden fazla askeri grup yer alıyordu. Askeri liderlerin yanı sıra birçok siyasi lider de vardı.”

İşte bu örgütsüzlük tablosuna müdahale edildi. Silahlandırıldı ve Esad rejiminin yanı sıra oradaki işçi ve emekçilerin üzerine sürüldü. Kısa bir zaman dilimi içerisinde “ÖSO” isimli çete aracılığıyla mezhep çatışmaları körüklendi. Alevi-Sünni çatışması yaratılarak sosyal çelişki üzerinden ortaya çıkan direnişin üzerine toprak atıldı. Aynı içerikli mezhepsel çatışma Lübnan’ın Trablusşam kentine yayılmış ve ciddi sonuçlar doğurmuştu. Sonuçta Esad ordusu Şebiha güçleri ile Özgür Suriye Ordusu arasındaki çatışma Suriye’de tam bir yıkım yaratmıştır. Onbinlerce işçi ve emekçi, bu katillerin mezbahalarında katledilmiştir. Birbuçuk milyon yoksul göç etmek zorunda kalmıştır. Emperyalizmin bölgedeki çıkarları geride kan, acı, gözyaşı ve yıkılmış bir ülke bırakmıştır.

Emperyalizmin bölgedeki gelişmelerden faydalanma isteği, dünya genelinde yaşanan kapitalist krizden bağımsız değil. Krizden çıkış yolu -en azından nefes alma yolu- bölgedeki çatışmalardan ne oranda faydalanabileceği ile ilgilidir. Oysa onlar dünyanın gözü önünde Suriye halkını düşündüklerini, Suriye’ye insan hakları ve demokrasiyi götürmeye çalıştıklarını arsızca vurguluyorlar. 1982’de Hama’da baba Esad’ın gerçekleştirdiği katliam hafızalardadır. O dönem, bugün bu denli yaygara koparan emperyalistler ve bölgedeki işbirlikçiler ses çıkarmamıştır. Şimdi Suriye’de büyük bir yıkım vardır ve bu yıkımın sorumlusu emperyalistler ve onların bölgesel işbirlikçileridir. Birçok ülke kendi içinde kamplaşarak Suriye’deki yıkımdan beslenmeye çalışmaktadır. Kamplaşmanın bir ucunda Suriye, İran, Rusya, Çin diğer ucunda ise ABD, Türkiye, Katar, Suudi Arabistan… Bu kamplaşmanın yanı sıra her bir ülkenin kendine dönük hesapları bulunuyor. Bölgedeki temel çatışma alanı petrol ve doğalgaz kaynaklarıdır.

Onun dışında, başta Lübnan olmak üzere çok sayıda anti-amerikancı, radikal-islamcı grupların direnişlerinin ezilmek istenmesi, öte yandan Filistin direnişinin kıskaca alınması ve elbette İran’ın gerçek anlamda çembere alınması ABD emperyalizminin hesabıdır.

Fakat bu durum ikinci kampın başını çeken Rusya’yı da doğrudan ilgilendirmektedir. Rusya, Suriye’ye müdahaleyi uygun görmemektedir. Bunun nedenleri arasında Rusya’nın dayanabileceği “liman ülkesi olarak” bir Suriye kalmıştır ve o, bu kaleyi kaybetmek istememektedir. Tartus Limanı’na Rus donanmasının karargah kurmasının nedeni budur. Suriye’ye doğrudan müdahaleyi engelleyen uluslararası bu dengeler varlığını korumaktadır. Bu nedenle kılıçlar rahatından çekilememektedir. Bu nedenle “Cenevre Konferansı” gibi birçok diplomatik görüşmeden sonuç çıkmamaktadır. Başta Suriye’deki “muhalif” güçleri bir araya getirmeye çalışan emperyalistler son kertede Esad rejimiyle muhaliflerden oluşan bir geçiş hükümeti noktasında uzlaşma girişimlerini sürdürüyorlar. Ancak bu da yakın bir ihtimal olarak gözükmemektedir.

Suriye’de sınıflar ve “sol” muhalefet

Baas Partisi, kelime anlamı itibariyle Sosyalist Diriliş Partisi’dir. Sovyetler Birliği’nin varlığı koşullarında, uluslararası güç dengeleri Suriye gibi ülkelerin sırtını Sovyetler’e yaslamasını sağladı. Sosyalist Diriliş Partisi Baas’ın nasyonal sosyalistlerden (Nazi) zerre kadar farkı yoktur. Biz bunu Irak üzerinden de gözlemleyebiliyoruz.

Suriye’de küçük ve orta ölçekli sanayi yaygındır. Gelişmiş sanayisi zayıftır. Felce uğratılmış bir işçi sınıfı vardır. Zira her başkaldırdığında zorbaca ezilmiştir.

Suriye’de 1.5 yıllık kaos ortamında “devrimci”, “sol” güçlerden bahseden yoktur. Bu çok doğaldır. Çünkü Suriye solu gerçek anlamıyla yalpalamıştır. Suriye Komünist Partisi (SKP), uzun yıllar Baas ile omuz omuza yürümüştür. Uzun yıllar Suriye parlamentosu içinde varlık göstermektedirler. SKP, son dönemde Beşar Esad’ın oluşturduğu komitede aktif görevler üstlenmiştir.

Suriye’deki ilerici muhalefetin temel ikinci gücü Birleşik Komünist Partisi’dir (BKP). BKP, Suriye’deki birtakım ilerici sol muhalefetle platformlar ve cepheler oluşturmuştur. Şu an Suriye’de sol güçlerin yer aldığı iki ayrı platform vardır. Biri “Halkın Kurtuluşu”, diğeri ise “Yenilenme İçin Değişim Cephesi”dir. Ancak bu oluşumlar Suriye’de “barışçıl” bir mücadele yürütmektedir. Esad rejimini birtakım iyileştirmelere zorlamak gibi reformist renk öne çıkmaktadır. Oysa Suriye emekçi halkı, sosyal yapı itibariyle “sol” potansiyeli güçlü bir ülkedir. Birleşik Komünist Partisi’nin güç olduğu kimi bölgeler bulunuyordu. Bu partinin militanları yakalandıklarında “isimleri değiştirildi” ve zindanlara atıldı. Bir daha onları kimse bulamadı. Birçok militanı katledildi. Oysa bu parti gelinen yerde reformcu bir çizgiye evrilmiştir. Suriye’deki işçi ve emekçilerin en büyük eksikliği devrimci bir sınıf partisinin olmamasıdır. Böyle bir parti olsaydı Suriye de güçlü olan sol gelenekle birleşebilirdi.

Bundan birkaç yıl önce Venezuella lideri Chavez, Suriye ve Lübnan’ı ziyaret ettiğinde Chavez ve Che posterleriyle karşılanmıştı. O topraklarda heyecan yaratmıştı. Venezuella ya da Latin Amerika’daki güçlü sol etki Suriye’de sempatiyle karşılanmıştı. Bu Suriyeli işçi ve emekçilerin sosyal yapısının sola yakın olmasıyla ilgili bir durumdur. Aslında bir bütün olarak Arap coğrafyasında sınıf partisi eksikliği vardır.

İran’ı bir parça dışta tutabiliriz. İran’da şu veya bu şekilde sınıfın içerisinde olan İran Komünist İşçi Partisi (İKİP) var. İKİP’in İran işçi sınıfı içerisinde tanınırlığı, belirgin bir gücü var. Yakın tarihsel kesit içinde İsfahan’da demir çelik grevinde önemli etkileri var. Tahran’da Coca Cola grevi içerisinde aktif bir rol oynuyorlar.

Lübnan’da da bu açıdan durum iç açıcı değildir. Lübnan Komünist Partisi (LKP), Hariri rejimiyle iç içedir. Lübnan parlamentosunda hatırı sayılır sayıda vekili vardır ve Lübnan burjuvazisini, küçük burjuvaziyi temsil eden bir parti olarak “sol”dan desteklemektedir.

Bölge açısından bu boşluk doldurulmadıkça ve sınıfın partisi sınıfla birleşmedikçe bölge direnişleri farklı bir muhtevaya bürünmeye devam edecektir.

Bugün sadece Ortadoğu coğrafyasında değil, yerkürenin önemli bir kısmında işçi sınıfı ve emekçiler sermayeye ve onun yıkımına karşı ayağa kalkışı örgütlemiş durumdadır. Bu, gelecek güzel günleri işaretlemektedir. Dünya sosyal altüst oluşlara gebedir. Lenin 18 Ekim 1905’te “Proletari” de “Barometre fırtınayı gösteriyor!” diye yazıyordu. Sonu devrim oldu.

21. yüzyılda da barometre fırtınayı gösteriyor ve sonu yine devrim olacak.

Bütün mesele devrime hazırlanmaktadır.

Yarın bizimdir yoldaşlar!

Zeynel Nihadioğlu
Edirne F Tipi Hapishanesi
A-6 / 17

 

 

 

 

Güvencesiz çalışma yaygınlaştı

Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü (DİSK-AR) TÜİK tarafından açıklanan Hanehalkı İşgücü Anketi Mayıs 2012 dönemi sonuçlarını değerlendirdi.

DİSK-AR’ın değerlendirmesine göre, Türkiye’de çalışma çağındaki her iki kişiden biri çalışmıyor. İşgücüne katılım oranı % 50,5 düzeyinde. İşsiz sayılmayan umudu kesik işsizlerin sayısı ve ev içi emeğin görünmez olmasının sonucunda açığa çıkan bu durum Türkiye’de işsizliği olduğundan düşük gösteriyor.

Rapora göre;

- Umudu olmadığı için ya da diğer nedenle son 3 aydır iş arama kanallarını kullanmayan ve bu nedenle işsiz sayılmayanlar dahil edildiğinde işsizlik oranı % 8,2 değil, % 13,8, işsiz sayısı da 2 milyon 272 bin değil, 4 milyon 43 bin oluyor.

- Gençler için ise durumun daha da kötü olduğu tespitinde bulunuyor. Rapora göre, her iki gençten biri kayıtdışı çalışırken, umudu kesik işsizlerle birlikte her 4 gençten biri işsiz konumda. Resmi olarak % 15,9 olan işsizlik, umudu olmadığı için ya da diğer nedenle son 3 aydır iş arama kanallarını kullanmayan ve bu nedenle işsiz sayılmayan gençler dahil edildiğinde % 25’e ulaşıyor. 695 bin işsiz gence karşı 533 bin çalışmaya hazır ancak umutsuzluk başta olmak üzere çeşitli nedenlerle iş aramayan genç var.

- Kadınlar için çalışma yaşamına katılmak son derece zor. İşgücüne katılım oranı kadınlar için %30,2 düzeyinde. Çalışma çağındaki her üç kadından sadece biri çalışıyor. Lise ve üzeri eğitime sahip kadınlar erkeklere göre 2 kat daha fazla işsizlik gerçeği ile yüzleşiyor. Erkeklerde işsizlik oranı lise mezunları için % 9,1, mesleki ve teknik lise için % 6,4, yükseköğretim için % 11,7 iken bu oran kadınlarda sırası ile % 17,8, % 18,9, %11,7 seviyesinde.

- Kayıtdışı oransal olarak gerilese de hala kriz öncesi değerlerinde üzerinde. 2008 Mayıs dönemi ile karşılaştırıldığında kayıtıdışı istihdam 480 bin artmış durumda. Erkekler için aynı dönemde kayıtdışı 198 bin azalırken kadınlar için 678 bin artmış durumda.

- Tarım sektörü kriz öncesine göre 1 milyon 10 bin artmış durumda. Buna göre toplam istihdam artışının % 30’u tarım kesiminde gerçekleşti.

- Güvencesiz çalışma hızla yaygınlaştı. 2009 yılı mayıs dönemi ile karşılaştırıldığında geçici çalışanların sayısı % 36 artarak, 1 milyon 467 binden, 1 milyon 992 bine yükseldi. Geçici çalışmanın yaygınlaştırılması hükümetin istihdam stratejisi açısından bir amaç olarak değerlendiriliyor.

Raporun sonuç bölümünde ise Türkiye’de işsizlik sorunu kadınların ve gençlerin çalışma hayatında karşılaştıkları engeller üzerinden ağır bir biçimde yaşandığı ifade edildi. Türkiye’yi küresel sermayenin ucuz işgücü deposu olarak şekillendirmeye çalışan ucuz istihdam stratejisinin, temelde çalışma yaşamının yapısını tahrip etmeye odaklandığı ve işsizlik sorununun, insan onuruna yaraşır iş ekseninde ele alınması gerektiği uyarısında bulunuldu.


 

 

 

 

 

Davutoğlu sınırı geçmekte ısrarcı

Sermaye hükümeti AKP’nin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu yaptığı açıklamalarla Suriye için planlanan senaryoları dillendiriyor. Emperyalistlerin hedefleri doğrultusunda açıklamalar yapan Davutoğlu Türkiye’deki Suriyeli mülteci sayısına dikkat çekerek “güvenli bölge” adı altında “tampon bölge” hedeflerini tekrarladı.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “BM gözetiminde Suriye’de güvenli bölge oluşturulabilir” sözleriyle vurguladığı planın emperyalistlerin işgal müdahalesi için ilk adım olarak kurgulandığı biliniyor. Kurulan mülteci kampları için 100 bin kişi kotası koyan sermaye hükümeti bunun üzerinden Suriye sınırını geçmeyi meşrulaştırmaya çalışıyor. Emperyalist güçlerin basınında da olumlu karşılanan savaş çığırtkanı açıklama adım adım örülen işgal senaryolarının somutlandığını da gösteriyor.

Emperyalistler yeni yaptırımlar ve manevralarla Suriye’de kendi kontrollerini tahsis etmeyi hedefliyorlar. Fransa devletinin çağrısı üzerine 30 Ağustos’da toplanması beklenen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi toplantısı da bu doğrultuda atılacak adımları tartışmayı hedefliyor. Davutoğlu’nun açıklamalarıysa bu toplantının öngünlerinde emperyalist efendilerin çıkarlarının savunmasından başka bir şey değil.

Davutoğlu Suriyeli mülteciler üzerinden sürdürdüğü duygu sömürüsünde Suriye sınırının diğer tarafında kalan mülteciler için “güvenli bölgenin önemi” üzerinde durarak açıklamalarını sürdürdü.

Davutoğlu Hillary Clinton’un son Ankara ziyaretinde de öne çıkarttığı “uçuşa yasak bölge” adımını da savundu. Libya’da da uygulanan “uçuşa yasak bölge” uygulaması askeri saldırının ön adımlarından bir diğerini oluşturuyor. Türk sermaye devleti emperyalist efendilerinin verdiği görevlere uygun olarak işgal politikalarını sistematize etmeye devam ediyor.